Laodikya Kraliçesi
kitap sayısı: 294
Tanrı
Zeus, Olympos dağından Zeus’un ateşini çalıp yoksullara veren Prometheus, Kaz
dağlarındaki güzellik yarışmasında Paris’in önünde zarafetlerini sergileyen
Hera, Athena, Afrodit ve nice olağanüstü kahramanlar zenginleştirmişti Yunan
mitolojisini…
Truva’daki tahta atın sırrını İlyada ve Odysseia destanına konu alan Homeros, eserinin yüzlerce sayfasını Akhaiların güçlü savaşçısı Akhilleus ile Troyalıların kahramanı Hektor arasındaki mücadeleye ayırmıştı.
İç Ege’nin Yunan uygarlığı kadar zengin medeniyetleri ise tanrıların, yarı tanrıların kavgalarını, aşklarını işleyen bu mitolojide pek yer bulamamış, yoksul kalmıştı.
Şehirlerin küçük kuruluş öyküleri, efsaneleri dışında, Tanrıça Simray gibi, Telefos’un karısı Hiera gibi, adına şehir kurulan Kraliçe Laodikya gibi kahramanlar, mermer sütunların arasında unutulup gitmişti.
Kazı çalışmaları 2000’den sonra hızlandırılan, İtalyanların Hieraplis’te yarım asırda ulaşamadıkları antik zenginliğe on yılda sahip olan Laodikya Antik Kenti’ni gezerken, İç Ege’deki bu edebi yoksulluğunun sebebini düşünüyordum. Taş ustalarının özenle kestiği travertenlerin döşendiği dar sokaklarda gezerken hissettiğim sessizlikte, sanki Kraliçe Laodikya’nın fısıltısı vardı.
İki bin üç yüz yıl önce bu sokaklarda, bu konaklarda, bu saraylarda yaşananlar da Zeus’un, Afrodit’in Akhilleus’un öyküleri gibi ölümsüz olmalıydı.
Uçar gibi uzaklaştım canım şehrim Laodikya’dan… Tekrar geleceğimin sözünü vererek...
Sonra çıktım düş yolculuğuna… Kraliçe Laodikya’dan hekimbaşı Adiemus’a, şehrin kötü adamı Sinipus’tan arenanın gladyatörlerine kadar birçok yol arkadaşı ile…
Sonuçta Laodikya’daki yaşamı, Laodikya’daki aşkları, entrikaları, güzellikleri konu alan elinizdeki bu kitap oluştu.
Truva’daki tahta atın sırrını İlyada ve Odysseia destanına konu alan Homeros, eserinin yüzlerce sayfasını Akhaiların güçlü savaşçısı Akhilleus ile Troyalıların kahramanı Hektor arasındaki mücadeleye ayırmıştı.
İç Ege’nin Yunan uygarlığı kadar zengin medeniyetleri ise tanrıların, yarı tanrıların kavgalarını, aşklarını işleyen bu mitolojide pek yer bulamamış, yoksul kalmıştı.
Şehirlerin küçük kuruluş öyküleri, efsaneleri dışında, Tanrıça Simray gibi, Telefos’un karısı Hiera gibi, adına şehir kurulan Kraliçe Laodikya gibi kahramanlar, mermer sütunların arasında unutulup gitmişti.
Kazı çalışmaları 2000’den sonra hızlandırılan, İtalyanların Hieraplis’te yarım asırda ulaşamadıkları antik zenginliğe on yılda sahip olan Laodikya Antik Kenti’ni gezerken, İç Ege’deki bu edebi yoksulluğunun sebebini düşünüyordum. Taş ustalarının özenle kestiği travertenlerin döşendiği dar sokaklarda gezerken hissettiğim sessizlikte, sanki Kraliçe Laodikya’nın fısıltısı vardı.
İki bin üç yüz yıl önce bu sokaklarda, bu konaklarda, bu saraylarda yaşananlar da Zeus’un, Afrodit’in Akhilleus’un öyküleri gibi ölümsüz olmalıydı.
Uçar gibi uzaklaştım canım şehrim Laodikya’dan… Tekrar geleceğimin sözünü vererek...
Sonra çıktım düş yolculuğuna… Kraliçe Laodikya’dan hekimbaşı Adiemus’a, şehrin kötü adamı Sinipus’tan arenanın gladyatörlerine kadar birçok yol arkadaşı ile…
Sonuçta Laodikya’daki yaşamı, Laodikya’daki aşkları, entrikaları, güzellikleri konu alan elinizdeki bu kitap oluştu.
KİTAP YORUMUM: Laodikya da yaşamak
sanıldığı kadar kolay değildi. Halk sefalet içinde açlıktan ölüyorlar, kalanlar
ise zaten kraliçenin emri ile 4 yaşına gelen sağlıklı erkek çocuklarını nasıl
koruyacaklarını bilmiyorlardı. Çünkü kral bir daha aileleri ile görüştürmemek
üzere çocukları alıyor artık köle olan bu çocuklar hanendanlık da çeşitli
işlerde kullanılıyorlardı.
Bazen Kraliçenin emri ile onun eğlenmesi
amacı ile yine çocuklar ailelerden zorla anılıp kurt köpeğinin önüne atılıp
eziyetler ile öldürülerek kraliçenin eğlenmesi sağlanırdı.
Kraliçe eşinin kendisine olan büyük
zaafını kullanıyordu. Oysa eşini hiç sevmiyordu. Onun tek derdi makam ve para,
mülktü. Kendisi kalbini tüccara kaptırmıştı. Zaman zamanda buluşup hasret
gideriyorlardı. Güzelliği onun için her şeydi. Oğlu da kendi gibi acımasız
şiddete meyilli biri olup çıkmıştı. Şifacı Adiemus kralın yakın arkadaşı olması
bile çok üzüldüğü gerçekleri ona anlatamıyordu. Çünkü bu kraliçeyi karşısına
almak demekti. O zamanda boynunu kesip aç kurtlara bedeni bırakılırdı. Kafası
halka ibret diye her zaman yaptıkları gibi meydana asılır, orada sergilenirdi.
Oysa onun yapmak istediği bu halk için çok şeyler vardı. Kafasını dinlemek
adına gittiği mağara da Yaradana ettiği dualar yerini buldu ve seçilmiş
olduğunu anladı. Yaradan ona yardın ediyordu. Artık ona Yaradanın seçtiği
arkadaşları yol arkadaşlığı yapacaktı.
Kitapta çok konu soru işareti ile kalmış.
Deprem ne zaman olacak ve hal bu
kargaşadan kurtulabilecek mi?
Kral eşinin kendisini aldattığını ve
halkına yaptığı eziyetleri öğrenebilecek mi?
Kral aslında halkının çok sefalet içinde
olduğunu öğrenebilecek mi?
Gereksiz idamlar duracak mı?
Halkın elinden zorla alınan buğdaylar
vergi olarak almaktan vazgeçilecek mi?
Ellerinden zorla alınan çocuklar aileleri
ile görüşmelerine müsaade edilecek mi?
Bunun gibi bir çok sorunun henüz cevabı
yok.
Değerli yazarımızdan devamını sevgiyle
bekliyorum ben kendi adıma. Çünkü muhteşem bir kalem ve kesinlikle devamı
olmalı.
Melekler Sizi korusun Eseri de yazarımızın
muhteşem diğer eseriydi.
Kesinlikle okuyun derim.
DUYGU SONGÜL KAHRAMAN
0 comments:
Post a Comment